26 Ağustos 2013 Pazartesi

KANİJE MÜDAFASI





 KANİJE MÜDEFASI
 Eşsiz Osmanlı kumandanlarından Tiryaki Hasan Paşa Enderun’da yetişip mîr-i mîrânlığa, yâni beylerbeyliğine kadar yükselmiş bulunan m...üstesnâ ve pek değerli bir şahsiyettir.

Osmanlı ordusunda yaptığı üstün hizmetler ve gazâ meydanlarındaki emsâlsiz muvaffakıyetleri neticesinde kendisine birçok mühim vazîfeler verilmiştir. Verilen her vazîfeyi başarıyla ve canla başla yerine getiren Paşa, bu yolda meşhur
Erdel isyânını bastırmış, ayrıca Filnak ve Lippa Kalelerini düşman işgâlinden kurtarmıştır. Bunun üzerine Macaristan'daki stratejik açıdan önemli kalelerden Kanije Kalesine tâyin olunmuştur. İşte târihe altın harflerle yazılan destansı Kanije müdâfaası da bu esnâda gerçekleşmiştir. Şöyle ki:

Avusturyalılar, Kanije gibi mühim bir kalenin Osmanlı eline geçmesini bir türlü hazmedemiyorlardı. Bu sebeple Arşidük Ferdinand kumandasında 100 bin kişilik bir haçlı ordusu teşekkül ettirdiler. Almanya, İtalya, İspanya, Fransa, Macaristan, Papalık ve Malta askerlerinden oluşan bu orduda Papalık kuvvetlerinin başında Papa VIII. Clementius’un yeğeni Aldoprandini de bulunmaktaydı.

Böylesine geniş bir iştirâkle meydana gelen mağrûr haçlı ordusu, zaferden emîn bir şekilde harekete geçti ve 9 Eylül 1601’de Kanije önlerine gelip kaleyi muhâsara etti.

O sıralarda hayli yaşlı ak sakallı bir ihtiyar olan Hasan Paşa’nın elinde kaleyi müdâfaa için sadece 9 bin asker vardı. Ancak o, şecâat ve cesareti yanında zekâsı ve bilhassa düşman ordusunu mütemâdiyen şaşırtan harp hîleleriyle meşhûr, mahâretli emsâlsiz bir kumandandı. Engin tecrübesine ilâveten aynı zamanda mânevî te’yîde mazhar kâmil bir paşaydı. Dolayısıyla kendilerinden kat-be-kat kalabalık bir haçlı ordusunu kalesinin önünde görünce hiç telaş etmedi. Yiğit askerlerine:

“–Ne kadar kalabalık olurlarsa olsunlar! Bizler, adüvden (düşmandan) korkmadık, korkmayız hiçbir zaman!..” diyerek sıkı bir müdâfaa tertibatı aldı ve o müthiş harp planlarını yaparak düşmanın hücûmunu beklemeye başladı.

Bu şekilde aylar geçti ve nihâyet kış, bütün şiddetiyle bastırdı. Aralıksız kar yağıyor ve sert rüzgarlar esiyordu. Sular dahî donmaya başlamıştı.

Tiryâki Hasan Paşa da, artık sadrazamın yardıma gelemeyeceğine iyice kanâat getirmişti. Bunun için elindeki imkânlarla haçlıları defedebilmek için yeni çareler düşündü. Düşmanın son durumunu araştırdı ve kışın şiddetine mukâvemet edemeyip haçlı ittifakında çözülmeler başgösterdiğini öğrendi. Bunu fırsat bilerek Kara Ömer Bey’in emrine üçyüz atlı verdi ve donmuş olan Berk Suyu’nu geçirip düşman üzerine ânî bir baskın yaptırdı. Ayrıca kaledeki bütün topları hep birden ateşleterek düşman ordugâhını altüst etti. Ardından beşyüz kişilik bir müfrezeyle kendisi de bizzat kaleden çıkarak düşman karargâhına saldırdı. Yapılan son hamlelerle de, 100 binin üzerindeki haçlı ordusu tamamen darmadağın edildi. Aç sırtlanlar gibi Kanije önlerine gelen haçlılar, arkalarında onbinlerce ölü bırakarak kaçmaya başladılar. Mağrûr Arşidük de, tâcını tahtını harp meydanında terketmiş olduğu halde yanında kalabilen yüz adamıyla kaçanlar arasındaydı.

İşte Kanije müdâfaası olarak dillerden düşmeyecek olan o büyük ve eşsiz zafer, o gün nasîb oldu. Bu zaferin kumandanı olan ak sakallı Tiryaki Hasan Paşa ise, nice imkânsız şartlara rağmen gerçekleştirilen ve târihte eşine az rastlanan bu muvaffakıyetin Cenâb-ı Hakk’ın bir lutfu olduğunun idrâki içindeydi. Şükür gözyaşlarına gark olmuş bir halde iki rek’at namaz kıldı ve yiğit gâzîlerine:

“–Bilesiniz ki bu zafer, mahzâ yüce Mevlâ’nın te’yîdi ve Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-’ın mûcizâtı eseridir. Her kim bu ulu gazâda bulundu ise inşâallâh mağfûrdur…” diyerek duâ etti.

Kanije’de kazanılan dâsitânî zaferin haberi saraya ulaştığında Sultan III. Mehmed Han, bundan ziyâdesiyle memnûn oldu. Zaferin en büyük âmili olan Hasan Paşa’yı da vezîrlikle ödüllendirildi. Ayrıca Paşa’ya kıymetli hediyelerle bir de hatt-ı hümâyûn gönderdi. Bu hatt-ı hümâyûnda kısaca şöyle deniyordu:

“Kanije beylerbeyi, ak sakallı kumandanım ve müdebbir vezîrim! Berhüdâr olasın! Seninle beraber olan yiğitler de, mânen oğullarımdır ki, cümlesi makbûl-i hümâyûnumdur; yüzleri ak ola!..”

Hatt-ı hümâyûnu gâzîlerinin huzûrunda okuyan Tiryâki Hasan Paşa, kazandığı bu eşsiz zafer karşısında büyük bir mahviyet içindeydi. Hattâ etrafındakilere:

“–Devletli Pâdişâhımız, Kanije müdâfaası gibi küçük bir hizmetimize mukâbil vezirlik pâyesi ile hatt-ı hümâyûn göndermişler. Oysa biz sadece vazîfemizi yerine getirdik. Devlet-i Aliyye’nin vezirliği şu kocamış ihtiyara mı kaldı? Cenâb-ı Hakk devletimize ve milletimize zevâl vermeye!” diyecek kadar üstün bir tevâzû hâlinde idi.

Ancak o koca serdâr, seksen küsur yaşında kazandığı bu zaferin ardından daha nice zaferler kazandı. Öyle ki doksan yaşında iken dahî Oruç ovasında âsî Canbolatoğlu’na karşı kılıç salladı ve emsâlsiz kahramanlıklar gösterdi.

Tiryâki Hasan Paşa, cesaret ve atılganlığı yanında «Harp hîledir» hadîs-i şerîfini en güzel şekilde anlayıp uygulayabilen bir siyâsî dehâ idi. O, Allah için sebât, sadâkat ve hizmeti kendisine şiâr edinmişti. İlerlemiş yaşına rağmen askerlerinin arasında korkusuzca muhârebe eyler, mücâhidlere şevk ve heyecan verirdi. En zor zamanlarda dahî itidâl ve metânetini kaybetmez, mâkul taktik ve hamlelerle önündeki engelleri bertaraf eylerdi. Her zaferin Allâh’ın te’yîd-i ilâhîsiyle olduğunu bilir, yalnız O’na sığınırdı. Mütevâzî, cömert, şefkat ve merhametliydi. Bu sebeple yaralı bir düşmana dahî kurşun attırmazdı. Yiğitçe yaşadı, yiğitçe öldü..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder